Tecrit

Hiçbir babaya böyle yatmak yakışmıyor. Bilmiyorum belki de müstahaktır kimine ve kimine göre. Doktorlar senin öleceğine kendimi alıştırmamı söylüyor. Serumlar, oksijen, tahliller…hemşirelerin, doktorların biri gidiyor biri geliyor. Her an yeni terimler, yeni sözcükler giriyor dağarcığıma. Gözlerin yarı açık, donuk, bilincin kapalıymış. Günlerdir uykusuz ve yorgun bekliyorum burada(neyi?). Hiç konuşamadığım gibi konuşuyorum seninle. Sen konuşamıyorsun ama….biliyorum biliyorum sen konuşamıyorsun diye ben böyle…Galatasaray’ın maçı var bugün. Biliyorum şimdi, maça gidecek durumda değilsin. Şimdi maça gidecek durumda değilsin baba. Televizyon veriyor maçı bugün, açarım televizyonu. Hastane odası işte! Sessiz sesler damlıyor içime. Şu serum torbasından damlayan gibi, buz soğukluğu, donuyor damarlarım, içim üşüyor. Bugün doğum günüm. Yolu yarıladım, geldim 35ime. Sen bilmiyorsun bunu. Gözler donuk, yarı açık ve bilinç kapalı. Bu bilmediğin bilmem kaçıncı doğum günüm. Kimbilir belki ben baba olunca anlarım. Nazım diyor ya “Zordur babalık zanaatı da”, “doğacak çocuğumdan geri, babamdan ileriyim” bu satırlar ne kadar çok şey anlatıyor bana, bilemezsin. Odamda Nazım resimleri, kitapları, dilimde, gönlümde satırlarıyla, sesiyle dokunurken en ince dalına kalbimin; Nazım sevdayken, öfkeyken, umutken odama adım atmıyordun. Vatan haini Nazım! “Neden?” diye öfkeyle, anlamaya çalışarak bazen, sorardım. “Vatan haini işte!” Ters bakışlar fırlatırdın, çerçeveli resimlerine. Çerçevenin camından sekip gönlümü yakardı bakışın. Ölü adamların resimleriyle dolduruyordum odamın duvarlarını. Öyle kalabalıktım ki yalnızlığımda, anlatamazdım. Nazım vatandaşlığa kabul edildi baba! Beni mutlu etti mi bu? Hayır…
önceleri sadece seni tahrik etmek için anarşik, devrimci, solcu, komünist oldum. Sadece bu yüzden resimler astım duvarlarıma, kitaplar okudum. Anlat diye, konuş diye…çok sevdim onları sonra. Onları buldukça seni kaybettim. Onlara yaklaştıkça uzaklaştım senden. Eve ilk Cumhuriyet gazetesi soktuğumda neye uğradığımı şaşırmıştım. Madımakta yakılıyordum, taşlanıyordum sokakta, linç ediliyordum, coplanıyordum. “Bu eve Cumhuriyet giremez!” Bu eve Cumhuriyet giremez…
İstediğin gibi bir evlat olamadım. Bunun için uğraşmadım da. Çünkü ben…çünkü, ben…
Nefes alış verişleri seyrelmişti. Sesim sessiz, sesim titreyerek “hemşire!” dedim. Ne onlar duydular, ne ben yerimden kımıldayabildim. Nefes alış verişlerin seyrelmişti. Güçlükle kalkabildim yerimden. Koridorda görünmemle hemşirenin koşması bir oldu. Sonra doktorlar, dışarı çıkardılar beni. Kapı açıldı, kapandı. Açıldı…kapandı…oksijen tüpü, şok cihazı, doktorlar, hemşireler…
Hastanenin yangın merdivenindeyim, içim yanıyor. Denizlere koşmak istiyorum. Rüzgarlara karşı durmak, öylece. Denizlere…koşmak…
Fırtınada balığa çıkmıştık. Sırf inadımdan! O gün balık tutulmayacağını da, denize çıkılmayacağını da biliyordum. Denizi, balık tutmayı seviyordum evet. Bunu birgün yapabileceğimi de biliyordum. Ancak seni yakalamak istiyordum ben ve seninle hayatı! İçimden balıklar geçiyor şimdi.
Kapı açıldı. Doktorlar, hemşireler, getirilen cihazlarla bir bir çıkıyorlar. Yerimden fırlayıp kapıya vardım. Yakaladığım doktor “başınız sağolsun!” dedi. Sadece bunu söyledi ve gitti.
Cumhuriyet’te vefat ilanın çıktı baba!
Cumhuriyet’te vefat ilanın çıktı!
İçimden balıklar geçiyor…
Bana bir yatak bile vermediler. Sadece 4 duvar. Ayakkabılarımı aldılar. Kesici, delici ne varsa, burada yok. Yapıyorlar sakinleştiricileri, tıkıyorlar buraya insanı. Tıkıyorlar ve işte böyle taşıyorsun burada. Bir yatağım bile yok diyorum. Uyumayı sevmiyorum dedimse bu kadar da demedim ki! Bu Hipokratların bir şeyden anladığı yok. O sarı saçlı doktor bi ara babanı anlat dedi diye mi bunca gevezelik ettim ben(?) Doktorlarla polisler yer değişmeli. Bunlar konuşturmayı, onlar yatıştırmayı biliyor nasılsa.
“Hey! Oradakiler ne kadar kalacağım ben burada?! Çişim geldi. Üşüyorum da.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder